29 Nisan 2008

Blog Okuru Ve Yazarıyım

Universal McCann Eylül 2006 ve Haziran 2007 araştırmalarının devamı olarak Mart 2008 de yaptığı Wave 3 başlıklı sosyal medya araştırma raporunu yayınladı. Araştırma 29 ülkeden toplam 17.000 kişiye yapıldı. Bu rapordan blog kullanımı ile ilgili bir kaç sonuç üzerinde durmak istiyorum.

Ülke Yazar(M)
Okur(M)
Türkiye 1,5 3,5
Amerika 26,4 60,3
Yunanistan 0,3 0,86
Brezilya 7,0 13,1
Almanya 5,2 10,5



1,5 milyon yazar ve 3.5 milyon okuyucu sayımızı ülkelerdeki aktif internet kullanımıyla kıyasladığımızda orta sıralardayız. Bazı detaylı veriler 29 ülkenin hepsi için verilmemiş. Bu nedenle ülkemiz bazında daha net şeyler söylemek mümkün değil. Son yıllardaki ülkemiz insanının davranışlarına baktığımızda üretimin azladığını, daha çok tüketim ağırlıklı şeylerin empoze edildiğini söyleyebilirim. Bu tabii ki blog yazarı sayısını da etkilemekte. Ama facebook,msn gibi platformlardaki kullanım rekorlarımızı iyimser bir işaret olarak kabul edip bu enerjinin bir kısmının üretime doğru kaymasını beklemek çok da ütopik görünmüyor. Diğer taraftan rss kullanımının artmasıyla da bir çok blog kendisine daha fazla okuyucu bulacaktır.

Aktif internet kullanıcıları üzerinde yapılan
"Bloglar hakkında aşağıdaki ifadelerden hangilerine katılıyorsunuz?" konulu araştırmada ise aşağıdaki sonuçlar elde edilmiş.

56% Blog yazmak kişinin kendini ifade etmesi için iyi bir yol
36% Sanırım blogu olan firmalara daha olumlu bakılıyor
33% Düzenli olarak takip ettiğim bir favori bloğum var
32% Blog yazarlarının ürün ve servisler hakkındaki fikirlerine güveniyorum
31% Blog yazmak sosyalleşmek için önemli bir seçenek

Bu sonuçlardan blogların olumlu bir etkiye sahip olduğunu söyleyebilirim. Eğer bu sorular sadece blog yazarlarına sorulsaydı sanırım çok daha yüksek yüzdeler çıkardı. Ben kendi adıma 5 maddeye de evet derdim. Blogların yarattığı samimi etkinin reklamverenler için de aslında ne derece önemli bir fırsat olduğunu belirtmek gerekiyor.

16 Nisan 2008

Sosyal Ağların Gerçek Hayata Etkisi

Son bir kaç yıl içerisinde popüler olan sosyal ağlar hayatımızdaki etkisini farklı açılardan irdelemek gerekiyor.

Birincisi yarattığı iletişim kolaylığı. İnsanların çeşitli sosyal ihtiyaçlarının sanal ortamda karşılanmasını kullanıcıların yararına olarak düşünebiliriz. Diğer taraftan arkadaşlık,duygusal ve iş yaşamı için çeşitli iletişim kolaylıkları yaratmakta. Bir nevi kendisini tanıtım için bir kanal oluşturmakta. Özellikle insanların birbirini anlayamadığı veya anlamak için çaba sarfetmediği günümüzde kişi kendisini Her türlü ilişki için karşınızdakinin sizin hakkınızdaki bilgilere ulaşması son derece önemli. Kişinin sıklıkla durumunu güncellemesi, kontakları için kendisini canlı tutmakta. İş yaşamı için de sağladığı bir çok imkanı benzer şekilde sıralayabiliriz.

İkinci boyuta geçmeden önce buna bağlı olarak şu an yapılan ve yakın zamanda yapılması muhtemel yeniliklere bakalım. Web 3.0 yaklaşımıyla birlikte bu sosyal hareketlerin modellenerek kişi için çeşitli hareket önermelerinin veya kontaklar arası ilişkilerin analiz edilmesi hedefleniyor.



İkinci boyuta gelirsek. Sosyal ağlar kişinin hayatını kolaylaştırma amaçlı görevini abartarak kişinin hayatını yönlendirebilir mi? Kişinin hayatının büyük çoğunluğunu ele geçirdiği zaman, bu sanal hayat kişiyi yönetmeye başlar mı? Örneğin benim sevdiğim filmler, izlediğim filmler gibi bilgileren yola çıkarak, bana "Bu akşam şu filme gidebilirsin?" şeklindeki bir önerme benim hayatımı değiştirir mi? Belki ben o akşam sinemaya gitmeyi planlamıyorum. Benim kafamda o akşam için yapılabilecek şeylerin alternatif maliyet hesabını da mutlaka yapacaktır bu sistem :) Diğer taraftan benim arkadaş buluşmalarımı takip ederek ihmal ettiğim bir arkadaşım için "Bak .. ile uzun zamandır görüşmedin, git bu akşam görüş" şeklinde bir emirle de karşılaşabilirim. Bu durumda ben hayatı bir sistem tarafından planlanan ve onun emriyle hayatımı sürdürdüğüm bir makine haline dönüşebilir miyim?

Diğer taraftan yapay zeka ve roboting ile ilgili yapılan çalışmalara baktığımızda bu robotlar da gün geçtikçe insana yaklaşmaya başlıyor.

Acaba sosyal hayatı robotlaşmaya doğru gidecek insan ile gerçek insan olmayı hedefleyen robotlardan hangisi bu hedefe daha önce ulaşacak. Belki de Platon'un "ruh ve meta aynı şeydir" önermesine benzer bir şekilde akıllı robot ve gerçek insan aynı kişi mi olacak?

08 Nisan 2008

Google App Engine


SaaS (Software as a Service)'i bir model olarak tartışırken Google App Engine platformunu lanse etti. App Engine PaaS (Platform as a Service) modelinde çalışmakta. Genel anlamda özetlersek developerlar kendi ürettiği projeleri bu engine altında çeşitli limitler altında çalıştırabilecek. Bu limitler 500MB depolama alanı, günlük 200M megacycles CPU, ve günlük 10GB bantgenişliği. Türkiye servisleri için bir hayli yüksek olduğunu söyleyebilirim.

Şu an sadece Python uygulamaları için kullanılabilir durumda olduğu için deneme fırsatım olmadı. Ama bir tanıtım videosu var. Son yıllarda çok sayıda yeni proje yapıldığı için bir nevi bu projelerin ilk aşamasındaki maliyeti düşürmek hedefleniyor. Yeni projelerde başlangıç altyapı maliyeti de aslında son derece önemli.

Geliştiriciler için her şey güzel görünüyor. Peki Google açısından?

Projedeki kullanıcı yönetimi google hesaplarıyla entegre çalışmakta. Yani tek hesapla kullanmakta olduğumuz tüm Google araçlarına ek olarak google dışındaki kişilerin de yaptığı projelere ulaşmak mümkün. Bu özelliğini Facebook uygulamalarına benzetebiliriz. Aslında bir taraftan da bu projelerin kullanıcı yönetiminde google hesaplarını openid mantığında kullanmakta. Yeni trend olan openid den google bu stratejiyle de pay kapmak istiyor. Ücretsiz araçlarla oluşturduğu kullanıcı bağımlılığına diğer kişilerin yaptığı projeleri de ekleme niyetinde. Bunun karşılığında da size altyapı veriyor.

Şu an .net geliştiricileri için bir şey yok. Belki önce PHP desteği gelir. Microsoft'un da benzeri bir politika izlemesi sanırım hem kendileri için hem de .net geliştiricileri için faydalı olacaktır.

Beynimizdeki Fill Factor

ODTÜ Yabancı Diller Yüksek Okulu'nda insanların yeni bir dili öğrenirken beyinlerinin davranışlarını incelemek üzere bir kaç doktora araştırması yapılmış. Sonuçlarından bir tanesi konuşurken seçilen her kelimenin o dili veya kelimeyi kullanım sıklığına bağlı olarak oluşan eşik değerine göre gelmesi. Bir başkası ise özellikle dil sürçmelerini baz alarak birbirine ses olarak yakın kelimelerin beyinde birbirine yakın olarak tutulabileceği tahmini.

Özellikle ikinci yaklaşım veritabanı sistemlerinde performans için olmazsa olmaz seçeneklerden birisi olan indekslemeyi çağrıştırdı bana.

Acaba beyin de bu verilere daha doğru ulaşmak için kendine özgü bir indeksleme yapıyor mu? Yapıyorsa bunu klasik yöntemlerdeki gibi farklı depolama alanları kullanak mı yapıyordur?
Bir de eğer durum böyleyse fill factor ü kendimiz seçebilir miyiz :)


05 Nisan 2008

Bilgi İşleyen Makina Olarak Beyin

4-5 Nisan tarihlerinde Boğaziçi Üniversitesi'ne BİLGİ İŞLEYEN MAKİNA OLARAK BEYİN konferansının 4.sü yapıldı. Tanıtımı çok fazla yapılmamasına rağmen katılım gayet iyiydi. Bu etkinliğin taşıdığı misyon itibariyle ülkemiz için çok önemli olduğunu düşünüyorum. Ağırlıklı olarak Bilgisayar Mühendisliği,Nöroloji,Psikoloji bölümündeki öğretim üyelerinin katılımıyla toplam 27 tane sunum yapıldı. 2005'teki etkinliğe de katılma fırsatı bulmuştum. Bir kez daha oluşum itibariyle çok doğru bir amacın doğru bir şekilde uygulandığını gördüm.

Ne yazık ki bu etkinliğin bir daha ne zaman yapılacağı belli değil. Zaten herhangi bir basın mensubu da yoktu. Akşam herhangi bir haber bülteninde de bahsedilmesini beklemiyorum.

Bu sorun aslında sunumlardan birisinde "insanın çevreden etkilenmesi" üzerine yapılan araştırmalardan bahsedilirken aklıma geldi. Ülkemiz insanının birbirinden etkilenme değerinin 1'e yakın olduğunu kabul edebiliriz. Arşatırmalar sonucunda toplum baskısının bu düzeyde olduğu sistemlerde görünen davranışlardan en önemlisi; "Kalitesi çok düşük bir şeyin çok fazla popüler olması". Yani insanların birbirlerini etkileyerek bir kişiyi şöhret yapabilmesi. Bir bilgisayar mühendisi olmama rağmen son zamanlarda kafamı kurcalayan bir sosyal problemin yine aynı bölümden bir öğretim üyesi tarafından bahsedilmesi bana son derece ilginç geldi.

Bu yazıyı okurken gidemediği 2 gün için üzülen olur mu bilmiyorum ama, ben işlerimden dolayı gidemediğim ilk gün için üzülmeye devam edeceğim :)